Ana içeriğe atla

Sponsorlu Bağlantı

Şeytanın Avukatı: Jacques Verges

Jacques Vergès (1925-2013) Katalan asıllı bir Fransız babayla Vietnamlı bir annenin oğlu olarak Fransız sömürgesi Réunion Adası’nda doğdu. II. Dünya Savaşı‘nda Cezayir‘de, Fas’ta, İtalya’da ve Fransa’da direniş hareketlerine katıldı. 1945‘te Fransız Komünist Partisi‘ne (FKP) girdi.
1955’te avukatlığa başladı. Cezayir Kurtuluş Savaşçılarının davalarına baktı. Ünlü “kopuş savunması” kuramını o sırada uygulamaya başladı; bu davalarda uyguladığı savunma stratejisiyle, müvekkillerine yüklenen suçları inkâr etmeden, koparttığı gürültü sayesinde idam edilmelerini engellemeyi başardı.
1957’de FKP’den ayrıldı ve az çok “başına buyruk” hareket etmeye başladı. Bağımsız Cezayir Dışişleri Bakanlığı Afrika İlişkileri sorumlusu olarak Mozambik, Angola ve Afrika’daki diğer bağımsızlık savaşlarında rol oynadı.
Çin’e gitti, Mao‘yla dostluk kurdu. Devrim adlı aylık bir dergi çıkardı. 1965‘ te Bumedyen Ben Bella‘yı devirince Cezayir‘e döndü ve avukatlık mesleğini burada sürdürdü.
Cezayir’de daha önce Kurtuluş Savaşı‘nda savunmasını üstlenerek idamdan kurtardığı Cezayir kahramanlarından Camila Buhired‘le evlenerek Mansur adını aldı. Aynı yıl El Fetihve FKÖ militanlarını savunmak için çağrıldığı İsrail‘e gitti. 1970-79 arasında ortadan yok oldu ve Fransa’da tekrar ortaya çıktığında bu süre içinde nerede olduğu ve ne yaptığıyla ilgili hiçbir bilgi alınamadı.
1979’da romanı Ajanda yayımlandı. Kızıl Ordu militanları da dahil çeşitli davaların savunmasını yaptıktan sonra eski Nazi Klaus Barbie‘nin savunmasını üstlendi. Bu davayı almasının nedenini, “bu tip davaların topluma sorun çıkarması” olarak açıkladı.
Ona göre bu, “dünyada barbarlığın 1939’da başlayıp 1945’te bitmediğini, sömürgelerde yıllardır sürdüğünü,” göstermenin bir yoluydu. Çeşitli teröristlerin davalarına bakma gerekçesini “romantikliğe ve özveriye saygı” olarak açıklayan Vergès, her suçun topluma sorulmuş bir soru olduğuna inanmaktaydı.

Yorumlar

Sponsorlu Bağlantı

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlk Restoran Ne Zaman ve Nerede Açıldı?

Yaşadığımız yer ister küçük olsun ister büyük, hemen her sokakta restoran bulmak mümkündür. Restoranların yaygın olması, kuşkusuz ki yemek yemenin insanın en temel ihtiyacı olmasından kaynaklanır. Durum böyle olunca, tahmin edebileceğiniz üzere, restorancılığın tarihsel gelişimi oldukça eskiye dayanır.  Peki , ilk restoran hangi tarihte açıldı? Restorancılığın Başlangıcı Yemek kültürü çok gelişmiştir. 1700’lü yıllara kadar restoran kavramı ortaya çıkmamıştır.  İlk modern restoran, 1765-1766 yıllarında Paris’te Boulanger tarafından açılmıştır.  Bu sayede müşterilere seçenekler sunan anlayış ortaya çıkmıştır. O dönemdeki anlayışa göre, restoranın amacı, et suyu bulyonu ve çorbalarla kişileri sağlığına kavuşturmaktı. Adıyla ünlü ilk restoran, 1782’de Paris’te açılmıştır . Grand Toveme de Loundres adıyla açılan bu restoranda, yemek isimleri listelenmiş ve belli saatlerde tek kişilik masalarda servis yapılmıştır. İlk restoranın açılmasından sonra Fransız Devrimi gerçekleştiği için

Elektronik Müziğin Tarihi

Elektronik müzik 19. Yüzyılda birçok Amerikalı ve Avrupa mucitlerin, girişimcilerin çalışmaları sayesinde kendine altyapı hazırlamıştır. Bu altyapı için gerekli olan aygıtlar bahsi geçen kimseler tarafından farklı alanlarda kullanılması için tasarlanmış icatları müzik için yorumlanmış halidir. Elektronik müzik dediğimizde aklımıza ilk gelen tanım elektronik aletlerle yapılan müzik türü şeklinde olacaktır. Bu tanım kesinlikle doğru bir tanım. İlk elektronik müzik 1960 yılında ilk elektronik klavyenin icadıyla hayat bulduğu düşünülmektedir. Borulu elektronik enstrümanlar da elektronik müzik tarihinde yerini aldıktan sonra kullanımları yavaş yavaş artmaya başladı. İlk Elektronik Müzik Enstrümanı İlk olarak icat edildiği düşünülen enstrüman yaklaşık olarak 7 ton büyüklüğünde ve  Telharmonium  adındaydı. Pek yaygınlaşması mümkün olamayacak kadar kaba ve ağır olan bu enstrüman elektronik müzik tarihi içerisinde yerini almıştır. 1897 yılından üretilen bu cihazın  Thaddeus Cahill  adı

Pronoya Nedir?

Pronoya kelimesi okuduğunuzda paronaya kelimesini okuduğunuzu veya kelimenin eş anlamlısı olduğunu düşünmüş olabilirsiniz.  Oysa pronoya , paronoyanın tam tersine karşılık gelen bir kavram.  Her şeyin ve herkesin kendisine zarar verebileceği şüphesi anlamına gelen poronayanın tersi olarak pronoya, her şeyin hatta evrenin bile kendisinin iyiliği için var olduğu sanrısına kapılmak anlamına gelir. Pronoyayı   bir yaşam felsefesi olarak benimseyen insanların paranoyak olmuş olduğunu söylemek de yanlış olmaz. Pronoya, dini yaklaşımla karşımıza çıkan versiyonuna örnek olarak ‘Takdir-i İlahi’ kavramı verilebilir. Kişi yaşadığı ne olursa olsun tanrısal bir iyilik olduğunu düşünür. Uzak Doğu felsefelerinin temel kavramları olan, “darma, karma, reenkarnasyon” üçlüsü de bir pronoya örneğidir. İnsanın bu dünyada var olma nedeni, tanrısal olana ulaşmaktır. Başımıza gelenlerde Darma’ya bir nebze daha yaklaşmamız içindir. Her ölüm aslında yeni bir doğum ve tanrısal olana ulaşma yolculuğun yeni