Ana içeriğe atla

Sponsorlu Bağlantı

Büyük Yazarlar Nasıl Yazarlardı?

Jack Kerouac’ın 1968 yılında yaptığı bir söyleşide anlattığı yazma ritüeli;
Bir zamanlar bir mum yakıp onun ışında yazma ve o gecenin işini bitirdiğimde mumu söndürme ritüelim vardı… Başlamadan önce de diz çöküp dua etme (Bunu George Frideric Handel hakkındaki bir Fransız filminde görmüştüm)…  Ama yazmaktan tamamen nefret ediyorum.

Yazar yazmak için en uygun zaman hakkında ve yer hakkında şunları söylüyor:

Jack Kerouac
Odadaki çalışma masası, yatağın yanında, iyi bir ışıkla, gece yarasından şafağa, yorulduğunda bir içki, tercihen evde, ama bir eviniz yoksa hotel odası ya da motel odasını ya da bloknotunuzu eviniz yapın.

Susan Sontag Paris Review dergisindeki söyleşisinde yazma alışkanlıklarını anlatıyor:

Keçeli kalemle yazarım, bazen de kurşun kalemle, sarı ya da beyaz çizgili bloknotlara, Amerikalı yazarların fetişi olanlara. Elle yazmanın yavaşlığını severim. Sonra daktiloya çeker ve her tarafını çizerim. Ve daktiloya çekmeye devam ederim. Her seferinde hem elimle hem de doğrudan daktiloyla düzeltme yapmaya devam ederim, ta ki daha iyi hale getirmenin bir yolu kalmayana kadar.
Beş yıl öncesine kadar bu böyleydi. O zamandan beri hayatımda bir bilgisayar var. İkinci ya da üçüncü taslaktan sonra yazdıklarım bilgisayara gider bu nedenle artık tüm müsveddeyi yeniden daktilo etmiyorum ama bir dizi bilgisayar çıkışının üzerinde elle düzeltmeler yapmaya devam ediyorum.
Anlık çıkışlarla yazarım. Mecbur olduğumda yazarım çünkü sıkıntı güç verir ve kafamın içinde bir şeylerin olgunlaştığına emin olurum ve bu sayede onu kâğıda dökebilirim. Eğer gerçekten yolunda giden bir şeyler varsa, başka bir şey yapmak istemem. Dışarı çıkmam, çoğu zaman yemek yemeyi unuturum, çok az uyurum. Bu son derece disiplinsiz bir çalışma tarzı ve beni pek üretken kılmıyor. Ama başka birçok şeyle de ilgileniyorum.

Ayakta Yazmasıyla Ünlü Olan Ernest Hemingway şöyle diyor:

Bir kitap ya da öykü üzerine çalışırken mümkün olduğunda ilk ışıkla her sabah yazarım. Seni rahatsız edecek hiç kimse olmaz, hava serin ve soğuktur ve işine gelir ve yazarken ısınırsın. Yazdığını okursun, her zaman bir sonrasını bildiğin bir yerde ara verdiğinden, kaldığın yerden devam edersin. Hala dermanının kaldığı bir yere gelene kadar yazarsın ve bir sonra ki adımı biliyorsundur ve ara verip yeniden ertesi güne ulaşana kadar sağ kalmaya bakarsın.
Ernest Hemingway
Diyelim sabah altıda başladın ve öğlene kadar devam ettin ya da daha önce bıraktın. Aşık olduğun biriyle seviştiğin zamanki gibi, bittiğinde boşsundur ama ağzına kadar da dolusundur. Hiçbir şey seni incitemez, hiçbir şey olamaz, ertesi gün sen bunu yeniden yapana kadar hiçbir şey her şey demektir. Baş etmesi güç olan, ertesi güne kadar beklemektir.

Yorumlar

Sponsorlu Bağlantı

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlk Restoran Ne Zaman ve Nerede Açıldı?

Yaşadığımız yer ister küçük olsun ister büyük, hemen her sokakta restoran bulmak mümkündür. Restoranların yaygın olması, kuşkusuz ki yemek yemenin insanın en temel ihtiyacı olmasından kaynaklanır. Durum böyle olunca, tahmin edebileceğiniz üzere, restorancılığın tarihsel gelişimi oldukça eskiye dayanır.  Peki , ilk restoran hangi tarihte açıldı? Restorancılığın Başlangıcı Yemek kültürü çok gelişmiştir. 1700’lü yıllara kadar restoran kavramı ortaya çıkmamıştır.  İlk modern restoran, 1765-1766 yıllarında Paris’te Boulanger tarafından açılmıştır.  Bu sayede müşterilere seçenekler sunan anlayış ortaya çıkmıştır. O dönemdeki anlayışa göre, restoranın amacı, et suyu bulyonu ve çorbalarla kişileri sağlığına kavuşturmaktı. Adıyla ünlü ilk restoran, 1782’de Paris’te açılmıştır . Grand Toveme de Loundres adıyla açılan bu restoranda, yemek isimleri listelenmiş ve belli saatlerde tek kişilik masalarda servis yapılmıştır. İlk restoranın açılmasından sonra Fransız Devrimi gerçekleştiği için

Elektronik Müziğin Tarihi

Elektronik müzik 19. Yüzyılda birçok Amerikalı ve Avrupa mucitlerin, girişimcilerin çalışmaları sayesinde kendine altyapı hazırlamıştır. Bu altyapı için gerekli olan aygıtlar bahsi geçen kimseler tarafından farklı alanlarda kullanılması için tasarlanmış icatları müzik için yorumlanmış halidir. Elektronik müzik dediğimizde aklımıza ilk gelen tanım elektronik aletlerle yapılan müzik türü şeklinde olacaktır. Bu tanım kesinlikle doğru bir tanım. İlk elektronik müzik 1960 yılında ilk elektronik klavyenin icadıyla hayat bulduğu düşünülmektedir. Borulu elektronik enstrümanlar da elektronik müzik tarihinde yerini aldıktan sonra kullanımları yavaş yavaş artmaya başladı. İlk Elektronik Müzik Enstrümanı İlk olarak icat edildiği düşünülen enstrüman yaklaşık olarak 7 ton büyüklüğünde ve  Telharmonium  adındaydı. Pek yaygınlaşması mümkün olamayacak kadar kaba ve ağır olan bu enstrüman elektronik müzik tarihi içerisinde yerini almıştır. 1897 yılından üretilen bu cihazın  Thaddeus Cahill  adı

Pronoya Nedir?

Pronoya kelimesi okuduğunuzda paronaya kelimesini okuduğunuzu veya kelimenin eş anlamlısı olduğunu düşünmüş olabilirsiniz.  Oysa pronoya , paronoyanın tam tersine karşılık gelen bir kavram.  Her şeyin ve herkesin kendisine zarar verebileceği şüphesi anlamına gelen poronayanın tersi olarak pronoya, her şeyin hatta evrenin bile kendisinin iyiliği için var olduğu sanrısına kapılmak anlamına gelir. Pronoyayı   bir yaşam felsefesi olarak benimseyen insanların paranoyak olmuş olduğunu söylemek de yanlış olmaz. Pronoya, dini yaklaşımla karşımıza çıkan versiyonuna örnek olarak ‘Takdir-i İlahi’ kavramı verilebilir. Kişi yaşadığı ne olursa olsun tanrısal bir iyilik olduğunu düşünür. Uzak Doğu felsefelerinin temel kavramları olan, “darma, karma, reenkarnasyon” üçlüsü de bir pronoya örneğidir. İnsanın bu dünyada var olma nedeni, tanrısal olana ulaşmaktır. Başımıza gelenlerde Darma’ya bir nebze daha yaklaşmamız içindir. Her ölüm aslında yeni bir doğum ve tanrısal olana ulaşma yolculuğun yeni